Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Haziran 2013 Perşembe

Discuss of the return

Biraz buruk ve biraz da kırgınım... Her değerlendirme kendine özgü yargıları içerir bunu da biliyorum fakat yaşadığım hayal kırıklıkları ve umutsuzluklar gittikçe yerini monotonluğa bırakıyor, bu ruh halinin sıradanlaşması mıdır kargaşa? Olağan günlük bir hali alması ise ne kadarda korkunç! Sevdiğim şeyler mi değişiyor yoksa benim bir şeyi sevme şeklim mi bilemiyorum, bu kargaşa herkesin hayatında var mıdır? Şu aralar zaman zaman kendimi sorguluyorum; kendimi ılımlı, güler yüzlü tabiri caizse arıza bile çıkarmayan bir kişi olarak tanımladığımı zannederken birden bire farklı bir tablo çıkıyor önüme bilhassa bu benim bile tahmin edemediğim sıklıkta olmaya başladığından itibaren bu düşünce seli içinde kıvranıyorum. Sanki kutsal bir gizemi bozmuş ve üzerime lanetler yağıyormuşcasına bir hissiyat bu aralar yaşadığım, sanki gizli güçler tarafından mutluluk hazineme el konulmuş ve alaşağı edilmişim. Her ne olursa olsun güne yine de pozitif başlıyor ve bu olumsuzlukların düzelmesini yada düzeltilmesini bekliyorum. Bir sihirli değneğim olsa değiştireceğim ilk şey insanlardaki kötü enerji olurdu, olumsuz duyguların ve davranışların bizlerde tepkiye yol açan öfke, sinir, buhran gibi birbiriyle entegre olmuş bizdeki kontrol merkezini devre dışı bırakan mantıklı düşünmeyi imkansız kılan bu kötü duyguları yok edip yerine daha pozitif daha güven veren ve insanı mutu kılacak olan daha çok olumlu duyguları güdülerdim, bunu gerçekten çok isterdim. Her tartışmanın arkasından aynı şey olur biraz daha yenilmiş biraz daha kırgın hissedersin, geçenlerde uzun uzun düşündüm mesela hastaneler bunu düşünmeniz için size inanılmaz bir ilham kaynağı oluyor, günümüzde insan ömrünün ortalama 50-60 yaş aralığında olduğunu ve bu ölümlerin çoğu kez stres, üzüntü ve yaşam şartlarından olduğuna kadar her kötü ve olumsuz şeyin hayatımızdaki en güzel yılları bizden acımasızca çaldığı için kendimize ve sevdiklerimize yaptığımız haksızlıkları düşündüm, sigara içmek fazlaca alkol tüketmek, bilinçsiz hap veya ilaç tüketmek, sık sık tartışmak, her şeyi kafaya takmak ve tabi bir olaya gereğinden fazla hassasiyet gösterip üzülmek yani fazlaca hayatın içine yerleşmiş alışkanlıklarımız gibi ve anladım ki hiç bir şey insanın sağlığından, mutluluğundan daha önemli değil, düşünsenize kim ister ki acılı ve sancılı bir bedenle yaşamayı, ruhunda çöküntüye, erozyona sebep olacak duyguları..İşte bu sebepten ben fazlaca kırgınım herkese, kendime, sevdiklerime ve beni sevenlere yani kısacası herkese. İnsanlar çok kolay kandırıyorlar kendilerini, sanki bu hayat bir yerde son bulmayacak ve yaptıkları kötü davranışlar kötülükler kendilerine kar kalacakmış gibi ne garip.. Bir yerlerde acı çekiyor olmalılar diye düşünüyorum, bir zaman bir yerde bunun vican eleğinden geçeceğini düşünüyorum çünkü çıkarcı ve riyakar sadece kendi konumunu düşünen ve arkanızdan iş çeviren iş arkadaşları, okulda sivrilen ve yine kendi çıkarları için arkadaşlarını satan tipler, ailede onun bunun arkasından umarsızca eleştirip konuşan akrabalar vs. gibi bir çok model var çevremizde ve malesef hiç kimse doğruluk kavgasında değil herkes halinden memnun ve ne üzücüdür ki onlar kendi başrolünün peşinde, oysaki mutluluk birazda paylaşımdır, inançtır ve erdemdir. Biraz olsun ihtiyacım var bu kavgalardan uzaklaşmaya, kendi iç dünyamı güzelleştirmeye, kaostan uzak durmaya, kavgalardan ve stresten uzak durmaya. Her günde bir başka mutluluk arayışınız sürsün çünkü mutluluk yaşamın enerjisi, ruhumuzun güzel bir rüyası gibidir insana daima huzur verir.

21 Mart 2013 Perşembe

İşveren Psikolojisi





 Çok sıradan ama hayatımızın içine işlemiş bazı noktalara değinmek istiyorum, bunları yazmadan önce söylemek istediğim hatta bunu vurgulamak için yazmaya başladığım bu konunun ana teması olan rutin insan davranışının hayatın her alanına yansımış olma gerçeğiyle tüm hayatımıza nasıl bir etkide bulunduğuna ve bu davranış modelinin bizde bıraktığı izlenimlere değinmek istiyorum.
  Bir iş nasıl kaybedilir sorusundan önce bir bakış açısı nasıl değiştirilir bununla başlayalım.
Uzun ve hummalı bir arayıştan sonra işte tamda bu dediğiniz ve kariyer anlamında kendinizi geliştirebileceğiniz ve becerilerinizi gösterebileceğiniz bir iş bulduğunuzda beklentileriniz en azından sizin için büyüktür.
Yeni bir işe başladığımızda bizim için önemli olan rutin işleyiş dışında yeni bir çizgi oluşturmak ve farklı bakış açıları sunmaktır, genelde işveren sorunları ve psikolojisini açığa çıkaran ve insanlar üzerinde baskı oluşturan temel faktörler insanı çalışma ortamından soğutur. İşveren psikolojisi, üzerinde çalışılan işin zamanını minimum düzeyde tutup maksimum performansla yoğun ve tam kapasite bir çalışmayı tetikleyen yöndedir, bu durum hem baskıyı hem de performansı düşürür bunu bir türlü anlayamayan kapasitesiz adamlara da başarısız işveren, müdür ya da artık adı her neyse o sıfatı uygun görüyoruz. Zamanı etkin kullanmak kesinlikle ayrıcalıktır bu konuda farklı bir fikre sahip değilim fakat iki taraf için ayrıcalık olması kesinlikle işin ortak bir güvenle ve saygıyla işlemesi gerektiği kanısındayım. Eğer çalıştığınız firmada kendi sisteminizi kuramıyor ve yaptığınız işin altına imzanızı atamıyorsanız o işte sizin emeğinizin olmasının hiç bir anlamı yoktur. Formatın dışına çıkmadan da kendinizle o işi bütünleştirmeniz mümkün ama tabii bunu yaptığınızda motivasyonunuzdan ve fedakarlığınızdan övgüyle bahsedilmiyor hatta üzerine birde işinize karışılıyorsa orası artık sizin işiniz olmaktan ve sizi kariyer yolundan saptırmaktan başka hiç bir amaca hizmet etmemiş olur. Son zamanlarda çalıştığım yerlerde dikkatimi çeken büyük çarpıklıklara değinmek istiyorum. Her ne kadar tek taraflı bir görüşle yaklaşsamda bu konuda yaklaşabileceğim en adil tutumla anlatmak istiyorum size olayları sonuçta her iki tarafa da saygı duymak zorunda olduğumu düşünüyorum. 
 
 
Girdiğim büyük bir üretim firmasında yaşanan garip olaylar silsilesinde gözüme çarpan iri kıyın çarpıklıkların başta normal olduğunu ve stres'in insan hayatına bir yansıması olduğunu düşündürmüştü bana fakat bunları kiminle paylaşsam çok hayretle karşılanıyor ve tepkiler inanılmaz fazla oluyordu. Son derece prensipli ve kendine güvenen hatta çalışma arkadaşlarını destekleyen görüşünde bir işveren aynı zamanda çalışanlarının üzerine ayakkabısını lakayt bir biçimde fırlata biliyor ve bu durumu işten kaytarıyorsunuz oturun çalışın diye kendince ''haklı'' bir savunmaya giriyor, aynı iş ortamında özveriyle yıllarca çalışmış bir takım arkadaşım ise maruz kaldığı sert tutumlar, azarlamalar ve baskılar karşısında kendini tuvalete atıyor siniri boşalana kadar ağlıyor ve daha sonra masasına geçip bu baskıyı gördüğü kişilere hiç bir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyor, bir diğer arkadaşım üzerine fırlatılan ayakkabının hesabını sormak için haklı olarak kendini savunmak için ettiği kavgasından olumlu bir sonuç almayı düşünerek konuştuğu müdürüyle tartışırken sinirleri bozuluyor ağlıyor ve bir sonuç alamadığı gibi üzerine bir de aynı davranış modelini yanındaki çalışma arkadaşına aktarıyor. İşin ilginç yanı ise bu olaylar her iki günde, bir benzerleriyle yaşanmaya devam ediyor malesef..Anlattıklarım ve anlatacaklarım bir filmden, kitaptan ya da bir köşe yazısından alıntı değil, inanın her birini kendim deneyim edindim ve gördüm. Üzülüyorum çünkü insanların büyük bir bölümü bu saçmalığa dur demiyor ve gördükleri baskıyı bir zaman sonra kendileri yapmaya başlıyor sonuç olarak bu tutumlar zamanın işveren psikolojisinin bir davranış modelini oluşturuyor bunları anlatıyorum çünkü insanlar merak ediyor iş konusunda bu kadar istikrarsız ve bu kadar çok sık yer değiştiren kişinin çalışma prensibinin olmadığı veyahut çalıştığı işin hakkından gelemediği izlenimi uyanıyor. Eğer ortada bir çarpıklık var ise bunun benden mi yoksa şartlardan mı kaynaklandığına bir açıklık getirmek istiyorum çünkü çok fazla düşünmekten paranoyak oldum bu konuda. Acaba normal olan davranış modeli onlar mı yoksa bende mi bir uyumsuzluk anormallik var buna açık bir yorum getirmek istiyorum.  Devam edecek olursam son çalıştığım ortamda bu tutumlardan farklı bir yer değildi. Başta her şey güzeldi, saygı çerçevesinde ve karşılıklı özveriyle ilerliyordu fakat bir zaman sonra sözgelimi müdür'ün dört yıllık elemanını benim gözümde karalıyor olması, onun çalışmadığını söylemesi ve benim güvenimi kazanmak için beni övmesi onun ise her an fişini çekeceği sinyalleri benim moralimin bozulmasına yetmişti. Bu kadar laçkalaşmış bir güven oluşturma biçimi daha görmedim ve gördüklerim olacakların bir nişanesiydi. Ben ise müdürün çalışanı için yaptığı her karalamalarına karşın çalışanının özverisinden, yıllar boyu oluşturduğu emekten ve işini doğru yaptığından dem vuruyordum, arkadaşımı ona karşı savunuyordum. Gerçi onun yapmaya çalıştığı, bana anlatmak vermek istediği mesajı da alıyordum. Ayağını denk al, ben dört yıllık elemanımı gözden çıkarıyorum seni dünden kapının önüne koyarım sinyalleriydi bunlar. Her neyse durum çirkinleşmeye başlamıştı ama canalıcı darbe benimde yanımda çalışma arkadaşıma küfür etmesi oldu, ben şahsım adına kendisinden özür dilettim eğer dilemeseydi tek kelime etmeden oradan ayrıla bilirdim. Bu olaydan sonra yeniden sarkaç başa dönmüş ben ise kendimi sorgulamaya, üzülmeye ve artık işimi sevmemeye başlamıştım, bir yandan arkadaşımı telkin ediyor bir yandan durumu kabullendiğimi hazmedemiyordum. Zaman aleyhime işliyordu, daha sonra olayda şahsına ve kişiliğine vurgu yaptığım müdür sıfatındaki kişinin bana ilgisi olduğunu anlamam uzun sürmedi, çalışma arkadaşıma küfür eden şahıs bana iyi davranıyordu, her şey çarpıktı kafam çok karışmıştı. Bu kişi ya sinirine hakim olamıyor yada bana iyi davranmasının başka bir nedeni var diyordum, sonuçta dört senedir işlerini yapan, tutarlı olan ve fedakar davranan kişi ben değildim ama nedense küfürü yemiş olan o fedakar arkadaşımdı. Sonunda başbaşa ''arkadaşça'' kahve içme isteğine olumlu bir cevap verdim ve bir iş çıkışı onunla sohbet edip aklındaki tilkiyi uyandırmanın zamanı gelmişti, tabii bunu erkek arkadaşımdan saklamadım, sonuçta benim niyetim belliydi. Kahve sonrası duygularını açıklayan şahıs bir süre sonra benim kabusum olacaktı, bu durumu her zaman duyardım ama cidden anlamamda geç olmadı, bir bayanın çalışması hele ki Türkiye şartlarında ve bu insan modelleriyle çok zor cidden, bu iş ortamında tanık olduğum diğer bir gerçek ise cv'ye bakarken bu insanlar orada yazılanlardan çok kişinin saçına, fiziğine ve yüz güzelliğine bakarak değerlendirmeye almalarıydı. Her neyse daha fazla ifşa etmeye gerek yok sonuç olarak benim olumsuz yanıtım nedeniyle bana iyi ve saygılı davranan sayın müdür ters açı yapmış ve artık kendi kabusumu yaşamamı sağlamıştı, beni her gün azarlıyor en basit şeylerden kavga, tartışma çıkarıyor ve bana mobbing uyguluyordu. Bu andan itibaren sizin en ufak yanlışınızı gözünüze sokacak, en olağan şeylerde eleştiri yapacak ve sizin bu iş için uygun kişi olamadığınızı size lanse ettirecekti.
Her ne kadar bana zor gelsede alışmaya çalıştığımı itiraf etmeliyim, beni seven insanların Annem'in ve erkek arkadaşımın işten çıkmam gerektiği ve bu muhameleye izin vermemem gerektiği konusunda bana uyarılarda bulunmuş olmalarına rağmen pes etmedim, yenilgiyi kabul etmek istemedim sonuçta yanlış bir şey yapmıyordum ve oluşturacağım özgeçmişte çalışma sürelerimin bir senenin hatta yarım dönemin altında olmasını istemiyordum fakat biliyordum da bu şartlarda daha fazla bu rezilliğe izin veremeyeceğimi. Çalışırken dikkatimi çeken bir çok konu oldu tabii, dikkat ediyorumda insan kişiliğini de işine yansıtıyor farkında olmadan, aslında çalıştığı işe kendinden bir şeyler de katıyor. Gözüme çarpan şeyler aslında çok basit ama uygulamasız yapldığında zaman kaybettiren ve kargaşaya neden olan bir takım çalışmasının yoksunluğuydu. Herkes bireysel çalışıyor ve kendi bilgisini paylaşıma sunmuyordu. Her iş beraberinde deneyim getirir ve diğer çalıştığımız yerlerden de kendimize bir çok şey katmış olduğumuzu zamanla anlıyoruz, bu bahsi geçen yerdeki düzensizlikler için birşeyler yapmak istedim bu konuda bende etki bırakan ve özellikle benim kendisinin bir çok yönünü takdir ettiğim çalışma prensibi, düzeni ve ahlakıyla her zaman feyz aldığım canım arkadaşım Meltem'in üzerimde bıraktığı etki ve izlenim sayesinde bunun için kendisine çok teşekkür ediyorum çünkü onun çalışırken keyif aldığını ve işini her daim mükemmel yaptığını biliyorum. Değinmek istediğim konu ise işle ilgili düzensizliklerle ilgili, Muhasebe, Ön Muhasebe yada herhangi bir önbüro işlerinde olan sabit müşteri portföyü zamanla oluşturulur ve sisteminiz islemeye başlar ama kesinlikle bir altyapı şarttır. Basit bir şey yapmak istedim, bir database oluşturmak tüm firma bilgilerine kolayca ulaşabileceğimiz bir veri tabanı hazırlamak ama malesef düz mantık insanlarla çalışırsanız bu çabanızın boş bir zaman kaybı olduğu yanıtıyla karşılaşırsınız. Tamamen hayal kırıklığı oldu benim için... Yine de ben bu database'i kendi çabalarımla oluşturdum üstelik bitmesine çok az kalmıştı, bir çok bilgileri iş saatleri dışında, işimiz hafifledikçe biraraya getirdim ama son olaylar vuku bulunca işten çıkarken üzerinde çalıştığım tüm dosyaları sildim ve orada bırakmadım. Onlar eminim yine her zaman ki gibi bir bilgiye ulaşmak istediklerinde her firma için tek tek oluşturdukları o kalın dosyaları indirip oradan bakacaklar ve bu daha çok kolaylarına gelecek. Yaptığım çalışmaları onlara bırakmadım çünkü zaman kaybı ve boş iş dedikleri çalışma prensiplerine dokunmayım diye. Daha önceki iş deneyimlerine gelecek olursam, o kadar acayip şeylere tanık oldum ki uluslararası bir firmadan tutunda büro ortamlarına kadar insanların mağruz kaldıkları ikili diyalogları ve davranış modellerini söylemiyorum bile. Velhasılı cidden çok sıkıldım, rahat etmek istiyorsanız iş ortaklığına yada bireysel çalışma ortamına yönelin çünkü takım çalışması denilen şey yalnızca bir hiyerarşi, kargaşa ve huzursuzluk. Bunun bir genellemesi olamaz elbette, bunu yalnızca kendi sektörüm için söyleyebilirim fakat biliyorum ki biz ne kadar özverili olsakta, yanlış model her zaman yanlıştır. Kendi adıma söyleye bilirim ki ben onlardan biri olmayacağım, şartlarına uyum sağlamayacak, mutlu olduğum yerde çalışacağım. Dünyayı değiştirmek için ODTÜ'lü olmanıza gerek yok bu tabii işin latifesi malesef onların da ne şartlarda çalıştıklarını gördüm, nasılda bir ego törpüsü yapıldıklarınıda. Kimsenin egosunu törpüleyemem, kimseye haksızken siz haklısınız diyemem, iş ahlakı, iş etiği diye savundukları çarpıklıklarının efendisi olsunlar ben kariyerimi, zaferlerimi ve başarılarımı boyunduruk altında taçlandıramam. İşsiz ama mağrur olmayı yeğlerim, saygılar...:)))
 
 

 

  

14 Eylül 2012 Cuma

Sanat aşkı yaşamak gibidir, sanatçı aşk gibi..

Geçenlerde çok güzel bir sohbete eşlik ettim, tabi ki çok tatlı insanlar eşliğinde ama sıkışık bir zamanda.. Sanatın her alanı büyüleyici gerçekten, bazen onları anlıyor ve onlarla bütünleşiyoruz bazen de uzağından yakınından geçmiyoruz. Dans etmek benim için çocukluğumdan gelen bir tutku, tabii bunu çocuk duygularımla doğru ifade edebilseydim kendimi belkide bu alanda geliştirebilirdim fakat ne aile içerisinde ilgilenen var ne de çevremde bunlara ilgi duyan biri derken artık yeni yeni ortak beğenilerde buluşabileceğim güzel insanlar tanıyorum ve tabi ki sevdiğim insanın da bana destek vermesi çok sevindirici, salon dansları en sevdiklerim arasında, özellikle çocukken ki beğenilerim müzikaller ve dans grupları üzerinde yoğundu, tam da bir kareografi ustası olurmuş benden, ilkokul dönemimde dahi okula değişik kareografiler hazırlar ve öğretmenlerin beğenip gösteriye sunmamız için ummalı bir çalışma yapardık, tabi şarkı seçimi ve kareografi bana aitti, arkadaşlarımla aramdaki güzel bağ sayesinde onlar da bana destek verdi ve hepsinin yardımlarıyla iyi işler çıkardık. Şimdi daha çok salon danslarına ilgi duyuyorum, izlerken adeta büyüleniyorum... Bundan yaklaşık üç sene önce sevdiğim bir dansı sevdiğim kişiyle yapma fırsatım vardı ama devam edemedik, şimdi tek hayalim onunla rumba, tango ve finalde vals yapmak olacak. Dans etmek büyüleyici bir duygu, hıncahınç dolu bir salonda herkesin sizi izlediğini hayal edin, kalp atışlarınız müziğin ritmiyle sizi sevdiğiniz kişinin kollarına bırakıyor, insanların sizi empati yoluyla izlediğini farzedersek bir sonraki adımınızı bilmeseler de figürden sonra sizinle aynı hissediyor olacaklar, dans'a hep yetenek gözüyle bakarlar ben buna katılmıyorum, herkesin bir dansa yeteneği olabilir aslında yetenek yerine ilgisi demeliyiz, eğer bir işi severek yapıyorsanız ona ruhunuzu katarsınız dans edebildiğinizi göreceksiniz, tabii bunu bir kız tavlamak için yada sırf hobi olsun birinin gönlü hoş olsun diye yapacaksanız işte orada dans sizin için işkenceye dönüşebilir bunu özellikle türk erkekleri için söylüyorum, biliyorum ki çoğu dansa bu gözle bakıyor ve dans etmeyi eşcinsel temalarla bütünleştiriyorlar oysa ki durum bundan çok daha farklıdır bunun sebebine gelecek olursak, doğanın ve hatta tüm canlıların senkronik bir hareketi vardır dansı andıran, göçmen kuşlarını hatırlayın, hepsinin bir şaire bir ressama bir dansçıya mesajı vardır, hatta sıkıcı bir iş gününüzü bile renklendirebilir o manzara... Sevdiğimiz şeyler bize çağrışım yapar mutlu ve mutsuz olduğumuzda, işte tutkular da böyle oluşur, siz öfkeyle kızdığınızda bile yüzünüz bir ifadeye bürünür ve konuşmadan da ifade edebilirsiniz duygularınızı, bunları sanata bağlamış olmamın ince bir anlamı var söylemek istediğim şey şu ki, sanat bağlarını  zamanın en ilkel olduğunda bile kurdu bizimle, toplumlar sanata küstürüldü, insanlar sanat uğruna, düşünceleri uğruna yakılıp yıkıldı ama aslolan şudur ki, duygula, tutkular, aşklar ve aşıklar kazandı, insanlar sanatı parayla ölçmeden; kültürler tutkulara pranga vurmadan önce düşünceler, tutkular ve insanlar çıplaktı... Aşk bu yüzden gizli kalamadı, onu çocuk sever gibi sevdik ve içimize sığdıramadık... Sanatı sanat yapan herneyse bizi aşık yapan odur.

26 Mart 2011 Cumartesi

REVİZE EDİLİRKEN DUYGULAR BAZI AŞKLAR ÖKSÜZ KALIR

Zamanın ve insanların eskitemediği duygular vardır, bir hikayenin en sevilen kişi tarafından dinlendiğinde hissettirdiği hayranlık duygusu gibi yada çocukluğunuzda idol aldığınız modellerin üzerinizdeki inanılmaz etkisi gibi bunlar, sizin dahi farkına varamadığınız bir bilinçaltı gizemidir. İşte aşkta ''birzamanlar'' diye anlatılan efsanelerin, yazılan destanların, sanki birdaha hiç yaşanmayacakmış gibi olağanüstü bir büyüyle yaşandığını hissettiren duyguların, içimize işlediği ilk büyüsüdür. Benim için aşk çok daha trajikti, bir teslim oluş hikayesidi.. Aşkın içinde yalnızca bir kahraman vardır. O öyle bir kahramandır ki; sizi utandıracak kadar sevmiş ve değer vermiştir, sevgisine sizden çok sahip çıkmıştır. İlişkilerde herzaman biri daha çok sever ve diğeri ona asla yetişemez. Bir dönüm noktası vardır aşkta işte orda bencilleşmeye başlarsınız ki aşk, siz farkına bile varmadan sizi kendine tutsak etmiştir. Nefes alamazsınız, sanki özgürlüğü elinden alınmış bir devrimci gibi, balonu elinden uçan bir çocuk gibi korkuya telaşa kapılırsınız, kavrayamazsınız.. İnsan aşkı uğruna inanılmaz hatalar yapabilir, öyle bir hatadır ki utanır, utandırır bunlar aşkı. Hisse kapıldığınız tek şey en uzağa gitmektir, en sevdiğiniz yerlerde ve en sevdiğiniz şekilde yaşamak unutmak için herşeyi, şiddetli bir yalnızlık dürtüsü beslenir derinlerde. Eğer birini gereğinden fazla üzdüyseniz duygularınızda bir deformasyon oluşur ve kimseye karşı istesenizde hiçbirşey hissedemezsiniz, samimiyetiniz farklılaşır ve kendinize bile bunu açıklayamazsınız, kaçarsınız, eğer bir gün bunu onaracak gücü bulursanız kendinizde belkide ondan vazgeçmişsiniz demektir ve derinlerde hissettiğiniz aşk nihayet kimsesiz kalır, evsiz kalır, öksüz kalır..
Siz yinede hoşçakal diyebilmelisiniz sevdiğinize o, hayalinde sizin tebessümle el salladığınızı düşünmese dahi siz bunu derinden hissedebilirsiniz ve onun sizi affedip affetmemesi de kocaman bir boşluktur bu da aşkınızın zulümkarlığına bir atıftır..'Hoşçakal Şirinim'

1 Ekim 2010 Cuma

Flu zaman..

Bağışıklık sistemim gittikçe yavaşlıyor, terin ıslaklığını ve soğuğunu yüzümde, ayaklarımda ençokda kasıklarımda hissediyorum..Tersyüz edilmiş kıyafetler dolabın en kuytu köşelerinde yıkanmak için öylece duruyorlar. Sabah kahvaltı yaparken aslında güneşin biryerlerde kaybolmuş olma ihtimalini düşünüyorum, sonra karanlık ve soğuk saç diplerime kadar işliyor, kahvemi yudumlarken ellerimin hatta tırnak diplerimin sarardığını farkediyorum, ama daha sonra sabahın üçünde neden kahvaltı yaptığımı ve günboyu yatağın dışında uyuduğumu düşünüyor ve çok kısa anımsamalardan sonra hayatımın geri kalanında tekrar tekrar düşünülen saçma ayrıntıları ve düşündükçe insanın zihnini kurcalayan şu psişik rüyaları artık gereğinden fazla düşünmemek istediğimle ilgili gayemi hatırlıyor bunu da gayet serice es geçiyorum. Sonra bir şarkı mırıldanıyorum sessizliğinde odamın, sesim herzamankinden berbat ve tiz geliyor sevigili komşulara ama olsun dans etmek için söylediğim bu şarkıyla ilgili yeterli bir armoniye sahip müzik kulağımın olduğuna ikna edip kendimi titreyen sesimin şarkıya uyumlu ritimleriyle oluşan dans figürlerine bırakıyorum önce yüzüm ve yanaklarım kızarıyor dansın tutkusuyla, daha sonra ayaklarım ritimiyle yanıyor dansımın ve ensonuncusu kasıklarım ısınıyor vücut kıvrımlarımın titreşimiyle, daha sonra kendimi yere bırakıyorum öylece.. Aklımda henüz resetlenmeyen bir siluet beliriyor..Gittikçe yaklaşıyorum zihnimdeki gölgeye, kasvetli bir kalabalık içinde berrak bir ifadesi varmış gibi bana gülümsüyor sanki ve ben gülümsemesini seçebiliyorum zihnimin yoğunluğunda, karmakarışık ve bulanık imgeleri elerken hayalimde, adete difüzyon ediyorum bu silueti..


Ardından elim yanağında geziniyor ve kulaklarını okşuyorum hayaletimin, bu her gece yatağımda beslediğim yaratığın silueti, sonunda hatırlıyorum. Bana zaman kavramını yeniden sorgulatan, bedenimin tüm tutkularını varlığıyla yeniden itham ettiren zulümkar yaratığım. Varlığına da yokluğuna da bir türlü alışamadığım, belkide yalnızlığımın en dip kuytusundaki utancım olan ve gerçekte hiç var olmaması gereken..Hani bana şu Righteous Brothers'ın Unchained Melody'sini söyleten hayaletim benim.  İşte lezzetinden yemeye doyamadığınız düşlerinizin katili olan şu geçmiş zamanlar, kayıp zamanlar, yokluğunda bütünleşen karmakarışık olan flu zamanlar..
Bu ya bir rüya, ya da tüm zamanın gizlediği en gerçekçi hikayedir ya da bir hayaldir içinde 'ben' olan.